Dubrovnik ya da eski adıyla Ragusa, Hırvatistan’ın Adriyatik Denizi sahilinde bulunan, Orta Çağdan kalma tarihi eserleri ile ünlü şehri.
Şehrin nüfusu 49.000’dir. Hırvatistan ‘ın 1991’de Yugoslavya’dan ayrılışı sırasında çıkan iç savaşta, Sırp saldırıları nedeniyle şehirdeki tarihi eserler önemli ölçüde zarar gördü. UNESCO’nun başlattığı restorasyon çalışmaları ile de 2005 yılı itibariyle şehir eski görünümünü büyük ölçüde kazandı. Plaj ve botanik bahçeleriyle ünlü Lokrum adası, şehri çevreleyen surlar ve Dubrovnik katedrali ile ünlüdür. (Vikipedi)
Dubrovnik’i görünce, aklımda ilk kalan yukarıdaki manzara. Şehri yukarıdan gören bir tepeden çekilen bu fotoğraf, tarihi şehirde, az çok ne görebileceğiniz hakkında ipucu veriyor… Şehrin, daha doğrusu surların içerisine girdiğinizdeyse tarihi dokularını korumuş, savaşa rağmen hala dimdik ayakta duran bir şehir karşılıyor sizi. Surların içinde hayat devam ediyor. İçerideki binalarda yaşayan insanlar, sanıldığı gibi zengin değil, aksine, ülkenin neredeyse en fakir, en muhtaç insanları kalıyor surların içerisinde..
Çeşmelerden akan suyu içebiliyorsunuz ve buz gibi su boğazınızdan içeri akarken kendinizi yenilenmiş gibi hissediyorsunuz… Çeşmeden akan suyu kana kana içmeyeli 15 sene olmuştur herhalde. Dubrovnik’te, çatlayana kadar su içtim. Hem de defalarca. Hele, duştan akan su… Sanki denizde yüzüyormuşsunuz hissi veriyor. Banyodan çıkmak istemiyorsunuz. Şelaleden akarcasına gür ve insanı titretecek kadar soğuk…
Deniz ise tek kelimeyle muhteşem… Su soğuk ama o kadar berrak ki, suyun altında olan her şeyi net bir şekilde görebildiğinizi farkettikten sonra sudan çıkmayı istemiyorsunuz. Ülkemizdeki gibi kumsalları yok hatta, plajların neredeyse tamamı taşlık ama yine de tertemiz ve havuz sakinliğindeki suya girmemek için kendinizi zor tutuyorsunuz.
Ulaşım oldukça rahat. Şehir çok büyük olmamasına rağmen farklı noktalara sık aralıklara otobüsler hareket ediyor. Ulaşım şirketlerinin ismi Libertas. Libertas, özgürlük anlamına geliyor ve Dubrovnik’liler için çok önemli bir kelime. Aklınıza gelebilecek pek çok noktada “Libertas”ı bir marka olarak görebiliyorsunuz. Gece geç saatlerde yürümek istemeyenler için taksi tek seçenek. Ama ülkemizdeki gibi sarı taksiler yok. Taksileri, sadece tepelerinden “taxi” tabelasından tanıyabiliyorsunuz ve Mercedes, Audi, Volkswagen gibi lüks araçlarla seyahat ediyorsunuz. (Şehir içinde de bol bol Mini Cooper ve Smart görmeniz mümkün. Muhtemelen yolların dar olmasından, insanlar genelde küçük arabaları tercih etmiş…)
Dubrovnik’te, yeme içme konusunda da oldukça şanlısınız. Özellikle bira ve şarap tüketenler yemeklerden ekstra keyif alacaklardır. Hırvatistan’ın yerel üretim bira ve şarapları meşhur. Biz her gittiğimiz yerde yerel biraları test ettik. Çok da memnun kaldık 🙂 İnsanlar neredeyse su yerine bira içer hale gelmişler. Bu nedenle alkol oranı düşük. Hırvat biralarında bizim alıştığımız Efes Pilsen tadını aramak yersiz olur. 2-3 sürahi bira içerseniz, 1 bardak Efes Pilsen içmiş gibi hissediyorsunuz.. (Evet sürahi! Bira bardakları neredeyse sürahi ebatlarında 🙂
Yemek konusunda İtalya’ya gereğinden fazla özenmişler. Dubrovnik neredeyse Pizza ve makarna cenneti. Her köşe başında dilim pizzacı bulmak mümkün. Denemek isteyenler için risotto, lezzetli bir alternatif ancak yukarıda yer alan fotoğraftaki görüntüye katlanabilirsiniz… Çünkü Risotto’yu pişirirken mürekkep balığının mürekkebini de yemeğe dahil ediyorlar. Tabak önünüze geldiğinde, simsiyah pirinçleri görünce biraz mideniz bulanabilir.. Eğer Bosna – Hersek’e giderseniz, Cevapcici’yi denemeden dönmeyin. (Sağ alttaki fotoğraf) İnegöl köfte ile Tekirdağ köftesi arasında bir lezzeti var. Ama bir yiyen bir daha yemek istiyor. Yukarıdaki bir porsiyon bir kişiyi doyurmaya hayli hayli yetiyor… Bir de, ikinci sorada ortadaki fotoğrafta yer alan güveçte dana etini mutlaka denemelisiniz. Yaklaşık 4 saat boyunca kömürün içinde pişen etler ve yanındaki patatesler inanılmaz bir lezzete kavuşuyor. Bıçağı ete dokundurduğunuzda, kesmenize bile gerek kalmadan parçalanan et, ağzınızda tereyağı gibi dağılıyor. Lezzetinden kendinizi alamıyorsunuz. Bir de yanında yerel şaraplardan içerseniz deymeyin keyfinize…
Dubrovnik, çok büyük bir şehir değil, o yüzden şehri gezmek çok fazla vaktinizi almayacaktır. Hazır oraya gitmişken, Split, Krka, Bosna-Hersek ve Karadağ’ı da ziyaret edebilirsiniz. Split şehri, duvarlarla dört ana bölüme ayrılmış bir kale-içi şehri. Krka’da milli park var ve şelalelerin kıyısında yüzmek oldukça keyifli. Bosna-Hersek’te Mostar’ı görmek ve hikayesini dinlemek insanın yüreğini dağlasa da, 1993’ten bu yana Bosna’daki gelişmeyi görmek insanı mutlu ediyor…
Gezip gördüklerim arasından anlatacaklarım şimdilik bu kadar. Ancak çok önemli bir kaç noktayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Dubrovnik’e nasıl giderim diye düşünenler için en uygun çözüm tur şirketleri. Fakat tercih yaparken Bamtur ve Anıtur şirketlerini pek dikkate almayın. Bamtur, biz turu satın aldıktan bir gün sonra, Anıtur ise, turun başlamasına 3 gün kala turu iptal etti. Üstelik Anıtur’dan herhangi bir yetkili, turun iptal olduğunu bize bildirmeye bile tenezzül etmediler. Turun başlamasına 3 gün kala, otel ve uçuş bilgilerimizi almak için aradığımızda, epey bir oyalamanın ardından turun iptal edildiği bilgisini verdiler.. Bu nedenle, tur şirketinizi seçerken 2 değil 3 kere düşünün. Biz Pronto Tur ile Dubrovnik’e gittik ve memnun kaldık.
Bir de, turu satın alırken, ödediğiniz tutarın kapsamını iyi bilmeniz gerekiyor. Siz, acenteye para öderken, gidiş-dönüş uçak bileti, otel rezervasyonu, otel-alan-otel transferi ve yurtdışı seyahat sigortası için para ödüyorsunuz. Bu da, tur şirketi sizi Dubrovnik’e götürüp, otele yerleştirdikten sonra kendi başınızasınız demek oluyor. Orada kendi başınıza gezmek istemiyorsanız ve İngilizce’niz yeterli seviyede değilse, tur şirketinin ekstra olarak düzenlediği günübirlik turlardan satın almaktan başka çareniz yok. Günlük turlar yaklaşık olarak kişi başı 60-70 Euro civarında. Kısacası, Dubrovnik’e gittikten sonra, gezebilmek için en azından kişi başı 250 Euro’yu gözden çıkarmak zorundasınız. Yoksa, ikinci günün sonunda, kendinize “bu kadar yolu neden geldim?” diye sormaya başlarsınız.
Yaşadıklarımı basitçe anlatmaya çalıştım. Aklınıza takılanlar varsa ve danışmak isterseniz onur[@]gozupek.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Keyifli tatiller..